Hindistan ve Din

Hindistan dinin sıkılıp suyunun çıkarıldığı, insanların inançları için hayatının son dakikasına kadar sömürüldüğü bir ülke. İçinde dinî bir ikon veya yazı olmayan bir çatı altı görmek mümkün değil. Özellikle eski şehirlerde, her baktığınız yerde, her duvar deliğinde bir dinî sembol ile karşılaşılıyor. Her taşıtta ya bir put, ya bir sure çıkartması var.  Birçok kapalı mekân – hatta bazen sokaklar – tütsü kokuyor.

Dinle arası pek olmayan bir kişi olarak, olayın iyi tarafından bakarsam, Hindistan’da herkes dindar ama kimse başkalarına karışmıyor. Hatta bazen bazı dinlerin özgürlükleri, başka dinlerin özgürlükleri ile çakışsa bile geçinmenin bir yolunu bulmuşlar!  Çoğunluk Hindu olmasına rağmen Hindistan 110 milyon Müslüman ile dünyada en çok Müslüman barındıran ülkelerden birisi. Budist, Hıristiyan, Musevi, Sih (Sikh), Ceyn (Jain) ve hatta artık çok azalsa da Zerdüşt bile var.  Hintliler ülkelerine milattan önceki yıllarda gelip varlıklarını hâlâ sürdüren Musevi cemaatiyle, Müslümanların baskısı nedeniyle İran’dan kaçıp gelen Zerdüştlerle, birçoğu (kast sistemi yüzünden) Hindu dininden dönme Hıristiyanlarla gurur duyuyorlar.  Bizim gazetelerde de zaman zaman çıkan “İstanbul’da (veya Antakya’da) dinler ve kültürler uyum içinde” cinsinden haberler orada da çıkıyor, ama onlar bu payeyi sahiden hak ediyorlar!  Pakistan kurulduğunda birçok Müslüman oraya göçmüş olmasına rağmen ve Hindular ile süregelen sürtüşmeler sonrasında bile Ramazan’da ezanlar duyuluyor.

Karşılıklı Saygının Sınırları
İnsanların diğer dinlere tahammülü ilginç, çünkü yukarıda yazdığım gibi bazı dinlerin bazı kuralları ötekilerini kıllandıracak cinsten.  Mesela Ceyn dininin iki mezhebi var, Svetambara mezhebine mensup papazlar bembeyaz giyinip, ağızlarının önüne cibinlik gibi bir şey takıyorlar ki, sinek yutmasınlar; yürürken önlerini süpürüyorlar ki yanlışlıkla bir böceğe veya haşarata basıp öldürmesinler.  Ceyn dininin Diganbara mezhebinin papazları ise dünyevi şeylere önem vermediklerinden, üstlerine kıyafet namına bir şey giymiyorlar, dolayısıyla bir Ceyn tapınağına giderseniz, dal-taşak tabir edilen halde gezinen adamlarla burun buruna gelme ihtimaliniz yüzde yüz.  Hatta biz oradayken bir dinî vecibe için bütün papazlar (15-20 kadar) tapınaktan çıkıp yandaki arsaya gittiler ve (neyse ki) bağdaş kurup şarkılar söylediler. Birçok dinde sokaklarda çırılçıplak dolaşmanın tasvip edilmeyeceği malumken ceyn rahipleri sıkıntı yaşamadan hayatlarına devam edebiliyorlar.  Ceyn dininin mensuplarının hayvan dışında, patates soğan gibi toprak altında yaşayan bitkileri de yemediklerini ekleyelim. Sebebi, bu sebzeler topraktan çekilip çıkarılırken gereksiz yere böceklerin ölmesi.

Ceyn Rahipleri

Ceyn Rahipleri Böcek Öldürmemek Üzere Silahlarını Kuşanmış Durumda

Başka bir tuhaflık, Zerdüştlerin ölülerini gömmek veya yakmak yerine tutup sessizlik kuleleri (Towers of Silence) denilen kulelerin tepesone gerilen ağlara akbabalar ve diğer leş yiyen kuşlar yesin diye bırakmaları! Bu kulelerin civarındaki evlerin balkonlarına akbabaların ağızlarından cesetlerin el parçaları, ayak parmakları falan düşebiliyor.

Misal, Salman Rushdie’nin en güzel kitabı olan Geceyarısının Çocukları kitabında, esas oğlanın babası sokakta yürürken gökten inen bir kopuk el Osmanlı tokadı gibi suratında patlayınca, adam kendine gelip hayatını değiştirmeye karar verir!

Benzer şekilde, içme suyunuzu Ganj Nehri’nden alan bir aile olduğunuzu farzedelim, suyunuzun içinde yakılmış Hindu cesetlerinin külleri, ayaklarına taş bağlanmış ve suya atılmış çocukların ceset parçaları bulunabilir (10 yaşından küçük çocuklar öldüklerinde, günahsız oldukları için yakılmıyorlar). Üstelik bu Hinduların aynı kutsal su içinde ibadet mahiyetinde yıkandıklarını, dişlerini fırçalayıp, gargara yaptıklarını da unutmayın.

Fakat Fatehpur Sikri şehrindeki Kâbe’deki camiinin tıpkısının aynısı olan Cuma Camii’nde gördüğüm kadarıyla Hindistan’da insan sıvıları pis sayılmıyor.  Yoksa cami avlusundaki havuzun durgun suyuna biri sümkürürken, yanındaki de o suyu avuçlayıp mesh etmez, hele aynı suyla gargara yapmazdı herhalde.  Bu durumu görünce ukalalık etmeden duramayıp rehberimize “İslam’da durgun su ile abdest alınmaz” diye söylendim ama “Yok, o su durgun sayılmaz, her yağmurda yenilenir” cevabını alınca sustum.  Ayrıca şehirler dahil, etrafa birkaç dakika baktığınız zaman işeyen bir adam veya pipisi dışarıda bir çocuk görmezseniz şaşırmanız lazım.

Kavga Gürültü
Tabii dinî kavgalar da yok değil, ama bence olması beklenenden daha az.  En büyük kavga zamanında Müslüman Moğolların (Moğol-Türkhanedanı) Hindu tapınaklarını yıkıp yerlerine diktikleri camiler yüzünden çıkıyor.  Hindistan’ın 1999 yılında iktidarda bulunan partisi BJP (bizdeki MHP’ye tekabül etmekte) bizimkilerin Aya Sofya’yı yeniden ibadete açmayı önermesi gibi bu camileri yıkıp yeniden tapınak yapma vaadiyle oy kazanmaya çalışıyor.  Gene benzer bir şekilde bu adamlar okul kitaplarını işlerine geldiği gibi değiştiriyorlar.  Vaktiyle, bir dava arkadaşlarını güzelliğiyle baştan çıkarıyor, dikkatlerini dağıtıyor diye Müslüman bir kadını silahını çekip dan diye vuran bir adam biz oralardayken BJP’den milletvekili ve Milli Eğitim Bakanı’nın yardımcısı. Tanıdık geldi mi?

Varanasi şehrindeki Moğol imparatoru Aurangzeb tarafından yapılan cami şimdi 24 saat ordu tarafından korunuyor, çünkü caminin yanındaki boğa heykeli orada eskiden tanrı Şiva’ya adanmış bir tapınak bulunduğunu ispatlamakta ve bu nedenle Hindu milliyetçileri camiyi havaya uçuracaklarını söylemişler.  Tabii caminin avlusunda gezinen maymunlar bu konuyla ilgilenmeden Şiva’nın boğasının üstüne çıkıp oturuyorlar.

Maymun deyince, Hindistan’ın dindarlığından gelen başka bir acayiplik etraftaki hayvanlar.  İnekler malum, kutsal; fakat kutsal olmayan hayvanların da dokunulmazlığı var.  Şehirlerin sokaklarında insandan fazla hayvan görüyorsunuz.  Mumbai (Bombay) ve Yeni Delhi hariç her şehirde, yollarda inek, öküz, maymun, köpek, kedi, keçi gördük.  Mumbai ve Delhi’de bile yer yer inekler, her yerde köpekler vardı.  Tabii bütün bu hayvanlar yerlere sıçmakta ve işemekte de özgürler.  Hintlilerin bir kısmının (büyük bir kısmının) ayakkabı kullanmadığını da vurgulamak lazım.  Herhalde serin kış sabahları bu haltlara basarak ayaklarını ısıtmaktan memnunlar, yere bakmadan yürüyebiliyorlar.

Okyanusun kenarındaki Goa eyaleti Hindistan’ın geri kalan kısmına en az benzeyen yer, çünkü 1960′lara kadar Portekiz sömürgesi olduğu için çoğunluk Hristiyan.  Orada bile, kumsalda otururken yediğiniz karpuzun kabuğunu çöpe atmazsanız başınızın dibinde bir inek bitiyor ve karpuzunuzun artıklarını mideye indiriyor.  Arabaların üstünde Hindu tanrılarının isimleri yerine “İsa yakında geri gelecek” gibi özlü sözler yazıyor.  Adamların tipleri Hintli ama isimleri Alex De Souza!

Yine Goa eyaletinde, Aziz Francis’in yıllar önce öldükten sonra mucizevi bir şekilde bozulmayan cesedi de bulunmakta. Cesedi görmek nasip olmadı ama her 10 senede bir sokağa çıkartılıp tur attırılıyormuş.  Bir gün aziz yine böyle bir şehir turu atar iken, deli kadının biri cesedi ısırıp ayak parmaklarından birisini koparmış!

Hindistan’da bir süre kaldıktan sonra ister istemez Hindu dinini öğreniyorsunuz.  Yunan mitolojisini aratmayan bir mitolojisi var.  Aslında hayli de ilginç.

Ganeş: Şişman ve Neşeli Tanrı
Mesela özellikle Mumbai’da her yerde fil kafalı şişko tanrı Ganeşa’nın heykellerini (putlarını) veya resimlerini görürsünüz.  Fil kafalı olmasının dayandırıldığı çeşitli efsaneler var elbette.  Bir tanesi şöyle: Tanrı Şiva uzaklardayken, bir gün karısı Parvati banyo yapmak ister ve mahremini korusun diye oğlunu kapıya bekçi diker. Şiva’nın da tam o esnada eve döneceği tutar.  Oğlan, yıllar sonra eve dönen babasını tanımaz ve tabii eve almaz. Şiva da oğlunu tanımadığı için yol hasretiyle görmek istediği karısını göstermeyen bu adama sinirle saldırır ve kafasını koparır.  Bu korkunç durumu gören Parvati çok üzülür ve Şiva’ya hemen oğullarını canlandırmasını emreder. Pişman olan ve karısının gazabından korkan Şiva derhal adamlarını yollayıp, buldukları ilk canlının kafasını getirmelerini ister.  Adamların ilk gördükleri canlı bir fil olunca, Ganeşa da fil kafalı olur.  Ganeşa resimlerinin altında da hep minik bir fare görürsünüz, o da Ganeşa’nın taşıtıdır (bütün Hindu tanrılarının birer hayvan vesaiti vardır).  Ganeşa şans, bilgi, güzel sanatlar tanrısıdır, Hindular bir işe başlamadan önce bismillah der gibi ona tapınıyorlar.

Favori Tanrım Ganeş En Sevdiği Tatlılar ve Vesaiti Fare İle

Ganeşa’nın hikâyesi bizlere mitolojik bir hikâye gibi gelse de, Hindular gerçekten yaşandığına inanıyorlar. Hz. İsa’nın ölü diriltmesinden, suyu şarap yapmasından veya su üstünde yürümesinden çok da farklı değil aslında!

Bu kadar çok tanrı ve put olmasına rağmen, Hindular dinlerinin tek tanrılı olduğunu iddia ediyorlar.  Güya bütün bu gördüğümüz bilumum tanrılar, tek tanrının değişik şekilleriymiş.  Hıristiyanlıktaki gibi bir üçleme inancı da var. Üç ana tanrı: yaratan (Brahma), yok eden (Şiva) ve koruyan (Vişnu) tanrılar.

Bazen inançlarla günümüz dünyası çakışıyor tabii: Hindu inancına göre ermiş olmanın yollarından birisi sati olmak.  Sati kocası öldükten sonra kendisini onun yandığı ateşe diri diri atan kadınlara deniyor.  Bu kadınlar İslam’daki şehit mertebesine benzer bir mertebeye çıktıkları için etrafta türbemsi tapınakları var.  Bugün artık bu yasaklanmış olsa da, “Kime ne! Dinimizin emrettiğini tabii ki yapacağız,” düşünceseyle bu yasağa karşı çıkan Hindular da yok değil.  Ve tabii bazı aşırı tutucu çevrelerde, ateşe atlamayan kadınlara kocasını sevmeyen eş olarak bakılıp ölmeden cehennem azabı da çektirilebiliyor.

Sri Lanka ve Budizm
Hindistan’dan sonra 4 günlüğüne Sri Lanka’ya (Seylan) gittik.  Orada da müthiş bir dindarlık hâkimdi. Bizi gezdiren arkadaşımız Navin, yolda giderken gördüğü bazı tapınakların önünde durup dua etti ve bağış yaptı. Yol kenarındaki tapınaklara arabadan çıkmadan bağış yapılabilsin diye konulmuş metal kumbaralar da çok pratikti.

Sri Lanka’nın çoğunluğu Budist ve Hindistan kökenli, Hindistan’dan gayriresmî yardım gören bir Hindu azınlık var. Bunların bir de Tamil Kaplanları denilen terör örgütleri söz konusu.  Ara sıra haberlerde “Ayrılıkçı Tamil gerillaları sekiz binayı havaya uçurup, iki tane de tren kaçırdı” şeklinde isimlerini duymuş olabilirsiniz.  Örgüt çok kanlı ve güçlü ve biz oradayken adanın kuzeyini ele geçirmiş durumda.  Güvenlik sebebiyle çok güzel olduğu söylenen ülkenin kuzeyini göremedik.

Biz Sri Lanka’ya gitmeden bir hafta önce cumhurbaşkanlarına suikast düzenlendi, kadın az kalsın kör oluyordu. Biz ordayken de bir bombalama, bir de trene saldırı olayı oldu.  Şu detayı da atlamayalım: Sri Lanka cumhurbaşkanının annesi de başbakan.  Hanedan dediğiniz böyle olur!

Sri Lanka’da her yerde devasa Buda heykelleri gördük. Ayrıca Buda heykeli yaptırma ve yaşatma dernekleri tarafından yaptırılan yenileri de inşaat halindeydi. Budizm Hindistan’dan çıkmasına rağmen oradan çok dünyanın diğer yerlerinde tutulmuş. Hindular Budizm’i pek önemsemiyorlar, Buda’nın kendi tanrılarından Vişnu’nun dokuzuncu reenkarnasyonu olduğuna inanıp, Budizm’i küçümseyerek meşrulaştırıyorlar.  Budistler ise “Yok öyle şey, Buda nevi şahsına münhasır bir tanrıdır” inancındalar.

Buda’nın hikâyesi kısaca şöyle: Buda (Siddharta) milattan önce 556 yılında doğmadan önce, babasına oğlunun ya çok büyük bir hükümdar, ya da bir peygamber olacağı söylenmiş. Baba da hükümdar olsun peygamberlikte para yok diye oğlunu hiç saraydan çıkarmamış. Fakat bir gün nasılsa dışarı çıkan Prens Siddharta, ilk kez dünyanın acılarıyla karşılaşmış ve bu acıları nasıl yok edeceğine kafayı yormaya başlamış. Bir gece karısını ve kundaktaki oğlunu bırakıp çıkmış ve bir Bo ağacının (ficus religiosa) altında 40 gün oturup ermiş. (Bana kalırsa Budist bağdaş kurma pozisyonuna –lotus pozisyonu– geçmesi 40 gün almıştır, zira çok elastik olmak gerekiyor, önceden çalışmadıysa hemen yapamamıştır.) Sonra da ana felsefesi her türlü açgözlülükten ve istekten arınmak olan Budizm dinini kurmuş.

Bu Da Favori Budam: Gülen Buda

Budizm’in bütün belli başlı mekânları Hindistan’da. Hatta bir Budizm hac yolu var. Buda’nın gittiği yoldan gidip önemli yerlerdeki tapınakları ziyaret ediyorsunuz. Biz Sarnath’taki tapınaklara ve harabelere gittik. Burası Buda’nın ilk konuşmasını yaptığı yer. Moğollar taş üstünde taş bırakmamışlar, Müslüman düşmanı rehberimiz de bunu birkaç kez üstüne basarak söylemeyi ihmal etmedi. Hindistan’da gördüğümüz en bakımlı, en temiz yer burasıydı. Bunun sebebi, Hint hükümetinin eline bırakılmamış olmasıymış. Bir Budist derneği temizliyormuş. Çıplak Ceyn rahiplerini de bu şehirde gördük.

Hinduizm
Hindistan’ın büyük bölümüne hâkim olan Hindu dininin en güzel özelliği, diğer dinlerden insanları kendi dinlerine inandırmaya kalkmamaları. Hindu inancına göre herkes hangi dinde doğmuşsa o dinde kalmalı. Fakat bütün dinler dinsizlikten iyi olduğu için, tabiidir ki dinsiz bir insanı orijinal dinine bağlamak sevap sayılıyor.

Tabii bir de yıllarca İngilizler tarafından aşağılandıkları için bizdekinden daha abartı bir Batı kompleksleri var. Bu kompleks doğrultusunda sürekli olarak bize kendi dinlerinin ne kadar iyi bir din olduğunu kanıtlamaya çalışıyorlar.  Bizle konuşan insanların çoğu bizi İngilizce konuşmamızdan dolayı Hristiyan sandıkları için, Hristiyanlıkla Hinduizm arasında paralellikler kurmayı çok seviyorlar.

Aslında Hint mitolojisi ve bizim tek tanrılı üç dinin ortak hikâyeleri de az değil. Söz konusu dinler içinde en eskisi Hinduizm olduğu için insan diğerlerinin hikâyelerinin ondan çıktığını düşünebiliyor. Mesela Hz. İbrahim ve oğlu hikâyesinin biraz değişik bir versiyonu onlarda da var. Harischandra tanrı Varuna’ya eğer ona bir oğul verirse, ona oğlunu hediye edeceğini söylüyor. Başka bir hikâyede tanrı Rama üç gün süren bir dua sonunda Hint Okyanusunu ikiye ayırıp ordusunu geçiriyor (Musa Peygamber’den daha güçsüz yani). Zaten Hintliler, Hz. İsa’nın nerede olduğu bilinmeyen yıllarını Hindistan’da geçirdiğini iddia ediyorlar.

Mahabarata’dan Bir Sahne, İkinci Favori Tanrım Hanuman Lanka Dönüşünde

Hinduizm’de ideal insan (Budizm gibi) her türlü istek ve arzudan arınmış insandır. Nietzsche’nin Übermensch dediği üstün insan (veya üstinsan) gibi yani. Zaten bunun için ideal bir Hindu, ömrünün son kısmını hacı olarak geçiriyor ve bütün arzularından arınıyor.  Onlar da biz Türkler gibi, pragmatik bir şekilde, hac ziyaretini ömrün son demine saklıyorlar ki, dünya nimetlerinden mümkün olduğunca az mahrum olsunlar.

Bir de tipik, kadim Hint uygarlığının ne kadar “süper” olduğuna dair hikayeler var. En çok övündükleri de, balistik füzeler, nükleer bombalar gibi daha yeni keşfedilmiş silahların Hint mitoloji/din kitaplarında (Mahabarata ve Ramayana) yer alıyor oldukları iddiası. Cebelitarık’ta suların karışmamasının Kuran’da yazılı olması gibi.

Kast Sistemi
Kısaca Hinduizm’in kast sistemine de değinmek lazım. Üç ana kast var: rahipler (brahman), savaşçılar (şatriya) ve tüccar/çiftçiler (vaisya). Bu kastlar kendi içlerinde klanlara da bölünüyorlar. Bir de kastların dışında kalan ve dokunulmazlar veya ezilmişler (dalit) diye adlandırılan kişiler var. Bu dokunulmazlar zamanında (hatta hâlâ) en pis işleri yapan kişiler. Zamanında diğer kastlardan insanlar bunlara dokundukları zaman, hatta bunların gölgeleri üstlerine düştüğü zaman bile, abdest almak gibi bir dinî temizlenişten geçmeleri gerekiyormuş.  Şimdi eskisi kadar ayrım yok, devlet de dalitlere birçok imtiyaz tanımış. Üniversitelerde, devlet memurluklarında kontenjanları var. Fakat bu sefer de diğer kastlardan olan insanlar bu kotaları eşitsizlik olarak görüyorlar.

Ama elenmek mevzubahis olduğunda, kastların bugün hâlâ önemli olduğu söylenebilir. Bizim düğününe gittiğimiz arkadaşımız Pratap, artık hiç önemi olmadığını söylese de, hem kendisi hem de yeni eşi ayni kasta, hatta aynı klana mensup. Konuştuğumuz başka birisi, ailesinin ilk üç kasttan birisiyle evlenmesine karşı çıkmayacağını ama dokunulmazlardan birisiyle evlenmesinin mümkün olmadığını anlattı. Kızkardeşi de bir Sih ile evlenmiş; ailesinin çok hoşuna gitmemiş ama kabullenmişler.

Sihler kafalarına sarık bağlayıp sakal bırakanlar. New York’ta taksiciler arasında bol bol görülebilirler. Mümkünse saçlarını hiç kesmiyorlar ve sürekli olarak yanlarında taşımak zorunda oldukları bazı eşyalar var (tarak, bıçak, kılıç, iğne gibi).  Bir tanesi Agra’da tren istasyonunda uzun gök mavisi elbisesinin kenarından sarkan uzun kılıcıyla salına salına yürüyordu. Gözlerindeki sürmeleri ile Aladdin çizgi filminden çıkmış gibiydi, kimse de “Hemşerim, kılıçla trene binemezsin!” demedi.

Sih dini için İslam’la Hinduizm’in sentezi dediler bize, ama şöyle bir sentez: İslam’dan tek tanrı inancını, din için savaşmayı (cihad) ve et yemeyi almışlar, o kadar.  Sihler Hindistan’ı istila eden Müslümanlara karşı savaştıkları için hâlâ bazı Hindu aileler ilk erkek çocuklarını Sih olarak yetiştirirlermiş.

Hindistan’da dikkatinizi çekecek başka bir şey ise sadhu denen, kendini dine adamış kişiler.  Hindu hayat tarzının son safhası için, dünyevi hayattan çekilip bir lokma, bir hırka felsefesiyle yaşamak, demiştim.  Sadhuları her yerde görüyorsunuz.  Genellikle açık turuncu kıyafet giyip upuzun saç ve sakallarıyla, çıplak ayak geziniyorlar. Tapınaklarda yemek yiyorlar ve durmadan dua edip kutsal mabetleri ziyaret ediyorlar. Ailelerini işlerini bırakıp ilelebet hacı oluyorlar yani!

Varanasi
Varanasi (Benaras) şehri bu bakımdan ayrı bir yere sahip. Hintliler Varanasi’nin sürekli olarak kullanılmış en eski şehir olduğunu iddia ediyorlar (Diyarbakır’la karşılaştırmak lazım). Şehrin her köşesinde bir sadhu var. Kutsal Ganj Nehri’nin kıyısındaki bu şehir, en prestijli ölü yakma yerlerini de barındırdığı için uhrevi anlamda en itibarlı şehirlerin başında geliyor.  İnanışa göre bazı özel yerlerde yakılanlar doğrudan cennete gidebiliyorlar.  İlginç de bir yerlisi var şehrin: sabahın altısında nehir kıyısında sabah sporunu (yoga) yapanlar, dişini fırçalayanlar, kahverengi su içinde sabah banyosunu yapanlar, meditasyon yapanlar, çamaşır yıkayanlar, iki dua edip para alan rahipler, alnına renkli toz (tika) sürüp para alan rahipler, mum ve çiçek satanlar, gargara yapanlar, acayip Hint halterleri ile vücut geliştirenler, cins cins turistler, balıkçılar, cins cins turistlere incik boncuk satmaya çalışan cins cins seyyar satıcılar, kayık gezisi yapan turistler için kayıklı satıcılar, ölü yakıcılar, ölü yakılırken sûre başına para alan duacılar, ölünün tamamen kadar yandığını para karşılığı kontrol ediciler, ölü yakarken kötü kokmasın diye tozlar ve bezler satan dükkân sahipleri vb…

Varanasi

Ganj Nehri’nin Kenarından Bir Manzara

Şehirde sokaklar o kadar dar ki, hayvan pisliklerine basmadan bir yerden bir yere gitmek iyice zor. Ama bütün bunlar dindar Hinduları bu şehre hacca gelmekten, bizim gibi turistleri de hacca gelmiş Hintli görmeye gelmekten alıkoymuyor tabii. Rehberimiz bu adamların Ganj Nehri’nin pis suyunu lıkır lıkır içip hasta falan olmadıklarını söyledi, tanrıları koruyormuş. Hindistan’da ve hatta bütün hayatımda gördüğüm en ilginç ve en pis yerdi burası. Şiddetle tavsiye ederim, dolayısıyla.

Dinin, din turizminin ve din sömürücülüğünün dünyadaki merkezi Hindistan işte böyle. Maalesef vakit darlığından Batılıların akın akın gelip paralarını oluk oluk akıttıkları guruların tarikatlarını göremedik. Aşram denilen bu müesseselerin en ünlülerinden birisi Pune’deydi (Poona). Mumbai’a birkaç saat mesafede. Fakat sırf içeri girip kısaca bir görmek için AIDS testinden geçmek, özel ders almak gibi zorunluluklar olduğundan, vakit ayıramadık. AIDS testinin sebebi şu: Saygıdeğer Guru (ki kendisi bilumum tanrılarının rahmetine kavuşalı 10 yıl kadar olmuş), erme evrelerinden birisinin vücudun önemsizliğini kavramak olduğunu düşündüğü için, cinsel ihtiraslardan arınmak amacıyla cinselliğin sınırsızca yaşanması gerektiğine inanıp, Batılılara seks turizmi ve ermişliği bir pakette sunmuş. Tabii ki başta Amerika olmak üzere bütün Batı ülkelerinden insanlar buraya akmışlar. Simdi ise Guru yok, ama tarikat bizdeki bazıları veya Rasputin’in bağlı olduğu yasak Khylysti mezhebi gibi seksin dayanılmaz çekiciliğinin yardımıyla ünlendiği için, geçmişteki başarısını koruyor.

Bir dahaki sefere artık.

Aralık 1999,
New York

4 Replies to “Hindistan ve Din”

  1. Hindistan’a gitmeye donuk bir vesile olmamisti, hayatimda bu gune kadar. Kuzenim Mahmut, Transandantel Meditation derneginin TR temsilcisi, cesitli kezler israr etti, yine gidememistim. Gecen hafta basinda Ayhan Sicimoglu ile bulustugumuzda, 2 saat Hindastan ve Nepal’i anlatti, ama acik konusmak gerekirse, Emin’in yazdigi kadar ansiklopedik icerikte bir ayrintiyi dinlememis, okumamistim. Muhtemelen Hindistan, hic ilgi alanim icine girmeyecek!

  2. Özenmeyelim onlara,agarta denilen ikinci uygarlıktan yardım alıyorlar.Ruhunu şeytana satmak dedikleri şey.Hasta kalırım daha iyi.

  3. Bizim Yalcinkaya gitmisti Hindistan’a. Sadhu klanina dair ilginc bir bilgi vermisti. Bunlarin arasinda bir ay su icmeden yasayan muhterem insanlar varmis. Bir lokma bir hirka efsanesinin asli var ise tip doktorlarina muthis bir isaret fisegi islevi gorebilir. Bugunlerde adam kanserle mucadele stratejimiz kulliyen yanlis diyor. Dogal fiziki sebep sonuc iliskisini durdurabilecek bir telepati duzeyinde hastalik kalir mi artik? Isa’ya dair, en begendigim fakat kaynaksiz oykude, dag basinda Isa’nin karsisina Seytan cikar, atla su ucurumdan assagi da sikiyorsa tanrin seni kurtarsin, der. Isa’nin cevabi: Cekil Seytan. Ve yuruyup gider. Vucudunun su ihtiyacina dur diyen, Aids’e, kansere cekil diyebilir mi acaba…

Yorum Yazınız / Leave a Reply